Günümüzde orta ve üst sosyo-ekonomik gelir düzeyindeki ailelerin büyük çoğunluğunun maalesef çaresizlik içinde başarıyla zehirlenmiş,  psikolojik bağışıklık sistemi gelişmemiş çocuklar yetiştirdiklerini görebiliyoruz.

Bugünün anne-babalar her yerde “iyi ebeveynlik” konusundaki bilgi bombardımanı altında kalırken, çocukları da evin içinde ve dışında uyaran yağmuru altında yaşıyor ve bu durum çocuk yetiştirmeyi olması gerektiğinden daha karmaşık hale getiriyor. Bunun sonucunda anne-babalar yanlış yapmamak adına çocuklarının hayatına çok fazla karışıyorlar. Çocukların yaptığı her davranışa  “yapma”, yapmadığı her davranışa da “yap” diyerek onları mükemmel birey yapabileceklerine inanıyorlar. Bu tutumun altında sevgi ve korku gibi birbirinin içine geçmiş iki duygu yatıyor. Çocuklarının basari olamayacağı korkusu onlara duyulan sevgiyle birleşip hayat karsısında güçlenmelerini engelleyecek müdahalelere yol açıyor.

Son iki kuşak anne-baba, çocuk yetiştirmeyi bir projeye dönüştürmüş durumda. Özellikle kadınlar, toplumun onlara yüklediği rolden yola çıkarak, çocukların yetişmesinden esas sorumlunun kendileri olduğuna inandırılmış durumdalar. Eşlerinden bekledikleri yardımı alamayan kadınlar, kendilerini yalnız hissediyor ve çocuklarını kusursuz yetiştirme ve hayata eksiksiz hazırlama tutkusuyla hem onların, hem de kendi sağlığını tehlikeye atıyorlar. Bu role bürünmüş kadınlar hayatlarından daha az memnun oluyor ve hayattaki diğer rollerini ihmal ediyorlar.

Bir araştırmada bin çocuğa, anne-babalarının hayatlarında en çok neyi değiştirmek istedikleri sorulduğunda, cevapların iki grupta toplandığı görülmüş: Birlikte daha çok vakit geçirmek ve anne ve babalarını daha az gergin ve yorgun görmek. Ebeveynler çocuklar için her şeyi yapmıyorlarsa, onlar için eksik bir şeyler yaptıkları duygusunu yaşıyorlar.

Kelimeler Duygularımızı Yansıtır

Özellikle iyi eğitimli kadınlar, anneliği üniversite eğitimiyle veya is hayatındaki başarıyla özdeşleştirebiliyorlar. Sonuç olarak çocuklarını kurdukları bir işin veya kurumsal hayatta kendilerine koydukları en tepeye çıkma hedefinin bir parası olarak görüyorlar. Onların basarisini veya başarısızlığını kendi performanslarının, hatta öz değerlerinin bir yansıması olarak algılıyorlar.

“Eğlencesiz Mutluluk”

Yukarıdaki başlık J. Senior’un günümüzdeki anne ve babalığı açıklayan tamimidir. Çocukları spor, sanat gibi etkinliklerin birinden diğerine taşımak, doğum günü veya yaşıtlar arasında düzenlen toplantılara yetiştirmek ve bunlardan herhangi birini ihmal ederse kendini eksik ve yetersiz hissetme gene anne-babalar arasında yaygın bir tutum. Bazı anneler, çocuklarını öne geçirmek için değil, sadece arkadaşlarından geri kalmamasını sağlamak için bu mücadeleyi sürdürüyor. Çoğunluğu iyi eğitimli, meslek sahibi kadınlar, tüm becerilerini anneliğe odaklıyor ve her biri “çocuk yetiştirme konusunda” kendini uzman kabul ediyor ve çocuklarına veya kendilerine yönelik en küçük eleştiri kırıntısı, mükemmellik takıntısı içinde, kendilerine yapılmış bir aşağılama olarak görüyor. Onların normalini arkadaş grubu içinde kanaat önderi olan kişinin fikirleri ve o kişinin işaret ettiği uzmanlar oluşturuyor. Tek örnekten kalkarak sınırsız genellemeler ve mutlak çıkarımlar yapabiliyorlar.

‘Çocuğu Hayatın Merkezine Almak’

Anne-babaların hayatlarını bütünüyle çocuklarına adamaları, kendi hayatlarından vazgeçmeleri, birbirlerini ve ilişkilerini ihmal etmeleri sonucunu doğuruyor. Birçok ailede çocuğun doğması, özellikle kadının enerjisini anne rolü üzerine toplaması, evlilik içindeki dengeyi değiştirir. Bu doğal bir durumdur. Ancak kadının, eşiyle arasındaki bağı kaybedecek kadar çocuklarına odaklanması sağlıklı bir aile hayatını zora sokar. Kadınların geneli, iyi anneliğin sembolü olmak için birey kimliklerinden vazgeçiyor.

Aileler kendi değerlerini çocuklarının başarısıyla ölçüyor ve birçoğu hedeflerini çocuklarının potansiyelini aşacak bir biçimde yüksek tutuyor. Bunun sonucunda da kendilerinin de bu mücadelenin bir parçası olmaları gerektiğine inanıyorlar. Bu da çocukların sorumluluklarını üstlenmeyi, arkadaş ve öğretmenleriyle yasadıkları sorunları onlar adına çözme girişimlerini beraberinde getiriyor. Bu davranışın sonucunda en büyük zararı çocuklar görüyor ve çocukların hayat karsısında en çok ihtiyaç duyacağı yeterlilik duygusunun gelişmesi engelleniyor.

Ailelerin çocuklarının başarılı olmasını istemeleri son derece doğaldır. Ancak çocukların her alanda başarılı olmasını beklemek ve bu gerçekleşmediği zaman yaşanan hayal kırıklığını çocuğa yansıtmak, istenmeyen sonuçları da beraberinde getiriyor. Çocukların kendisinden beklenen davranışları göstermemesi bile anne-babaların kendini sorumlu ve yetersiz hissetmesine neden olabiliyor.

Ailenin Hayatına Değil, Refahına Ortak Çocuklar

Sadece üst gelir grubundaki aileler değil, orta ve alt orta gelir düzeyindeki aileler de imkânlarını en üst düzeyde zorlayarak çocuklarına her türlü fırsatı sunmayı birinci derecede görevleri sayıyor. Oysa çocukların hayatını ileri derecede kolaylaştırmak, onların sorumluluk alanında olan görevlerin hepsinin anne-babalar veya evdeki yardımcılar tarafından yapılması çocuklan hayat karsısında güçsüz ve beceriksiz bırakıyor.

Minnesotta Üniversitesinin 25 yıl süren araştırmasının sonuçlan, yirmili yaşlarında en başarılı olan gençlerin, çocukluklarında çok erken yaşlardan başlayarak ev işlerine katkıda bulunanlar olduğunu gösteriyor. Araştırmaya göre ev isleri yapmak hayatin her alanına yayılan sorumluluk duygusu kazandırıyor. Başarı duygusu yaşatıyor, mutluluk veriyor ve yeterlilik kazandırıyor. Ayrıca ailenin bir parçası olduğunu hissettiriyor ve diğer aile üyelerinin ihtiyaçlarını anlamayı sağlıyor. Erken yaslardan başlayarak ailenin hayatına ortak olan çocuklar 6-7 yaşından itibaren kendilerine yeter duruma gelip kişisel ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar.

Değerler

İnsanların değerlerinin oluşumundaki iki kritik dönemden birincisi 4-8 yaş, ikincisi de 13-17 yaşlardır. Değerler soyut kavramlar olduğu için 4-8 yas arasında taklit yoluyla, soyutlamayla ergenlik döneminde içselleştirilir. İlk dönemde aile, ikinci dönemde arkadaş gruplan etkilidir. İlk dönemde değerler sağlam bir şekilde kazandanlarsa, ergenlik döneminde kısa süreli ve küçük çaplı savrulmalar olsa da, çocuk ailenin sosyal, ahlaki, dini ve politik değerlerini benimser. Ancak aileler, evrensel değerlere dayalı bir ahlak anlayışını çocuklarına kazandırmak içinde çabalaması gerekiyor.

Çocuğun aile hayatında elde edebileceği en büyük kazanım ailenin idealindeki değerleri benimsemesidir. Ancak çok küçük yaştan başlayarak basanıyla zehirlenen ve sınavlarla tutsak alınan Çocuklar, hayattaki en büyük erdemin başkalarının önüne geçmek olduğuna inanıyor.

Çocuklara başarısızlığın gelişme yolunda bir fırsat olduğu anlatılmadığı için, basarinin en büyük erdem olduğuna inanmaya devam ediyorlar. Başarısızlık ve gerçekçi bir geribildirim insanın gelişimi için en büyük fırsattır. Ne yazık ki çocuklar bu gerçeği fark edecek yerde, başarısızlıklarına dış sebepler bularak rahatlıyorlar. Blanchard’in dediği gibi, “Geribildirim şampiyonların kahvaltısıdır.” Çocuklarımızın bir bolumu asırı besleniyor, ama bu değerli kahvaltıdan, onları çok seven aileleri tarafından yoksun bırakılıyor ve psikolojik bağışıklık sistemleri çökmüş gençler olarak hayat sahnesine çıkıyorlar.

Potansiyeli Ortaya Çıkarmak

Potansiyel baskı altında ortaya çıkar. Ders çalışmaktan başka hiçbir sorumluluk almamış ve hiçbir baskıyla karşılaşmamış olan çocukların yetişkinliklerinde zorlukla aşmalarını, hayatla mücadele etmelerini beklemek gerçekçi değildir.

Birçok anne-baba, çocuklara “teksin, biriciksin, harikasın” muamelesi yapıyor. Böyle olunca da çocuklar her şey olabileceklerine ve her şeye hakları olduğuna inanıyorlar. Beklentileri bu şekilde yükselmiş olan bu çocuklar, iş hayatına girdiklerinde, yöneticilerinin kendilerini neden zorladıklarını anlamakta güçlük çekerler.

Disiplin

Sekiz yıl Alman hocalardan aldığım eğitim surecinde öğrendiğim önemli derslerin başında, disiplinin çoğunlukla inanıldığı gibi baskı ve zorlama değil, tutarlılık olduğu gerçeğidir. Bu da her gün düzenli olarak yapılan küçük şeyler sonucu kazanılır.

Yaşam Becerileri

Yaşam becerileri okulda ve günlük hayatin içinde var olan küçük veya büyük sorunların çözülmesini kolaylaştırır. Bugün birçok özel okulda, anneler kurdukları özel WhatsApp gruplarıyla çocukların ödevlerini izliyor, öğretmen davranışlarını denetliyor ve çocuklarının beyanlarından yola çıkarak uygun bulmadıkları durumlarda öğretmenlere müdahale etme hakkını kendilerinde buluyor. Anneler bir anlamda hizmet sektöründeki “müşteri merkezli” anlayışı okullardan talep ediyor. Oysa erken yaslar, çocukların sorunlarını çözmeyi öğrenmesi, karşılaştığı sorunlarla mücadele etmesi için en uygun dönemdir. Birçok kere ebeveynler sorunlara dâhil olarak ve onlar adına sorunu çözerek bu becerinin gelişmesine engel oluyor.

Öz Yeterlilik Nerede?

Ebeveynlerin çocuklarına kazandırmaları gereken en temel özellik sanıldığı gibi kendine güven değil, öz yeterlilik duygusudur. Öz yeterlilik bir işi başarmak veya bir sorunla başa çıkmak için kişinin kendi becerilerine duyduğu inançtır. Öz yeterliliğe sahip bir kişi, sorunla basa çıkamadığı veya başarısız olduğu durumda vazgeçmez, kendisini değersiz hissedip bahane aramaz, geri çekilmez; farklı bir yoldan tekrar deneyip başarmak için girişimde bulunur.

Hayat başarısını üç temel özellik belirler. Bunlardan birincisi, kişinin yatkın olduğu işi yapması (sağladığı yararın ötesinde bir isi yaparken zamanın nasıl geçtiğini unutacak kadar o isin içinde kaybolmak), ikincisi, çok büyük haz vermese de bir amaca ulaşmak için zora ve zahmete katlanması ve terlemeyi göze alması (odaklanmak ve çok çalışmak), üçüncüsü de insanlara kendini iyi hissettirecek sosyal becerilere sahip olmasıdır (bağ kurmak).

Bu özellikleri çocuklarına kazandırmak için gerçekten süper anne ve baba olmaya ve çocuğun her ihtiyacı olduğu anda yanında bulunmaya ihtiyaç yoktur. Bunun için çocukları çok fazla korumamak, onlara fazla müdahalede bulunmamak ve ellerini bırakmak yeterlidir. Tüm ihtiyaçları istediği anda veya hatta daha istemeden karşılanan çocuklar gündelik hayatin doğal sorunlarıyla bile mücadele etmekte yetersiz kalır, sağlıklı bir beraberliği yürütmekte zorlanırlar.

Sonuç

İyi ebeveyn olmanın iki koşulu vardır. Birincisi sabır. Ancak burada konu edilen sabır, onaylamadığı bir duruma dişlerini sıkarak tahammül göstermek anlamında değildir. Olumlu veya olumsuz bir davranışa, sorulan soruya, onaylamadığı bir duruma tepki verirken doğal bir ses tonuyla “önce sorarak” başlamaktır. Bunu deneyen ebeveynler, ilk söylemeyi düşündüklerinden farklı bir şey söyleyeceklerini veya farklı bir müdahalede bulunacaklarını gereceklerdir. İkinci koşul ise şefkattir. Sağlıksız sevgileriyle çocuklarına zarar veren ebeveynleri ayırmak için bu kavramı seçiyorum. Çocuğa karşı dengeli bir yaklaşım içinde olmak, onun saygı ve gevenini kazanacak şekilde arkasında olacağını, onunla olan bayinin koşula bağlı olmaksızın süreceğini hissettirmektir.

Bir hayatin içinde acı, sıkıntı, üzüntü, basarisizdik ve hayal kırıklığı yoksa o hayat anlamsız ve boş bir hayattır. Çocuklarımızı hayatin kolay tarafına çektikçe ve onları her şeye hakları olduklarına inandırdıkça onlara iyilik etmiyor, potansiyellerini hayata yansıtmalarına engel oluyor ve üstelik niyetimiz bu olmadığı halde, onları uzun vadede yetersiz kılıyor ve mutsuz ediyoruz.

Çocuklarımızı asla gerçekleşme sansı olmayan, “dünyada bir alanda en iyi olmasını sağlamak yerine, dünya için iyi bir insan olmasını sağlamak” hem daha gerçekçi, hem de onu ve çevresindekileri hayat yolculuğunda mutlu edecek bir hedeftir.